Farkındalıkla Yükselmek
2024 yılının Mart ayında, Fransa Alpleri’ni görmek üzere Cenevre üzerinden yola çıktım. Rotam Chamonix ve Megève’ydi; karlı dorukların sessizliğinde, yalnızca gözlerimi değil, ruhumu da dinlendirmek istiyordum. Dağların beyaz örtüsü, şehrin hareketi ve tarihin bıraktığı izler arasında bir denge arıyordum. Dağa çıkmadan önceki iki günümü, Rousseau ve Voltaire’in evlerinde dolaşarak, onların düşünsel yankılarını araştırıp biraz da tefekkür ederek geçirmiştim. Bunun üzerine dağa çıkmak… Hepsi bir araya geldiğinde, yolculuğum sadece bir gezi değil, bir içsel keşfe dönüştü.
Cenevre’de bir kitap fuarı vardı. Raflar arasında yürürken, her kitap bir kapı gibi açılıyordu bana. Fransızca cep romanları oldukça meşhurdur; birçok klasik eserin yoğunlaştırılmış hâliyle kısa özetlerini içeren bu kitaplardan birkaçını alsam da, bana seyahatte en çok eşlik eden kitap, İstanbul’dan yanımda getirdiğim Joe Dispenza’nın Doğaüstü Olmak kitabıydı. Tren raylarının ritmiyle birleşen sayfalar, sessiz bir rehberlik ediyordu. Her satır, dışarıdaki manzaradan daha derin bir dönüşümü başlatıyordu: kendi iç dünyamın manzaralarını keşfetmeye.
Her gün uyanır uyanmaz zihnimiz bir şeyler üretmeye başlar: düşünceler. Çoğu zaman bu düşünceler, otomatikleşmiş kalıplar hâlindedir: “Ben böyleyim”, “Her zaman bu olur”, “Benim gerçekliğim budur.” Çocukluğumdan beri farkındalığım yüksek olduğundan sanırım zihnimin öyle de çok karışık olduğunu asla söyleyemem; ancak eski, otomatikleşmiş ezber kalıpların işlevsizliğini fark etmek, yolculuğum boyunca en önemli keşiflerden biri oldu.
Alplere tırmanırken, zihnimdeki bu kalıpları gözlemlemek yalnızca bir başlangıçtı. Dispenza’nın da vurguladığı gibi, düşüncelerimiz ve duygularımız bedenimizde enerji yaratır; meditasyon ve farkındalıkla bu enerjiyi yönlendirmek mümkündür. Kalbimiz ve zihnimiz uyum içinde olduğunda, hem içsel hem de dışsal deneyimimizi dönüştürebiliriz. Zaman algımız da bu dönüşümde kritik bir rol oynar: geçmişin tekrar eden hikayeleri yerine, bilinçli olarak şimdiyi seçmek, yeni bir kişiliğin ve gerçekliğin temelini atar. Böylece eski alışkanlıkları kırmak ve işlevsiz kalıpları dönüştürmek mümkün hale gelir.
Zihnimizde beliren düşünceler, hayatımızın ham maddesidir. “Başarılıyım”, “yetersizim”, “seviliyorum”, “yalnızım”… Hangi düşünceyi üretirsek, bedenimiz ve sinir sistemimiz onun enerjisini duygular şeklinde deneyimler. Ve duygular, davranışlarımızı tetikler: zihin → duygu → davranış. Uzun süre aynı döngüyle yaşarsak, kendimizi bir kalıba hapsolmuş gibi hissederiz.
Joe Dispenza’nın dediği gibi, “Kişiliğiniz, kişisel gerçekliğinizi yaratır.” Düşüncelerimizin, duygularımızın ve davranışlarımızın toplamı, yaşam deneyimimizi belirler. Eğer düşünme, hissetme ve davranma şeklimizi değiştirebilirsek, yeni bir kişilik oluşturabilir ve dolayısıyla yepyeni bir gerçekliği deneyimlemeye başlayabiliriz.
Alplere tırmanırken, bu farkındalık bana fiziksel ve ruhsal olarak eşlik etti. Yüksek irtifa, azalmakta olan oksijen, dağın sessizliği ve karın beyazlığı, eski otomatik kalıpları fark etmeme yardımcı oldu. Peygamberler ve mistikler gibi, dağda yalnız kalmak; sessizlik ve devasa manzara aracılığıyla içsel sesimi daha net duymamı sağladı. Her adım, hem bedenimi hem de zihnimi arındırıyor, eski alışkanlıkları gözlemlememe ve yeni bir ritim oluşturmama davet ediyordu.
Karların sessizliği ve uçsuz bucaksız manzara, zihnimdeki otomatik kalıpların işlevsizliğini fark etmek için birer ayna gibiydi. Tren yolculuğunda okuduğum satırlar ve dağdaki deneyim birleşince, kişiliğimi ve gerçekliğimi yaratan mekanizmaları daha derinden görebildim. Her nefes, her adım, her farkındalık anı, bana hem kendi içsel dünyamın hem de evrenin büyüklüğünü hissettirdi.
Cenevre’ye döndüğümde, şehrin gürültüsü ve kalabalığını sadece gözlemci gibi izledim, bir tiyatro gibi. Zihnimde bir sessizlik, kalbimde ise yeni bir açıklık vardı. Yolculuk bitmiş olabilir, ama içsel keşif hâlâ devam ediyordu. Gerçek yolculuk, asla sadece bir rotayı tamamlamak değil; kendimizi, düşüncelerimizi ve duygularımızı fark ederek, her adımda yeni bir dünyayı yaratmak…
Ve o an, dağın sessizliğinde fark ettim ki, içsel dönüşüm her zaman büyük bir eylem gerektirmez; bazen yalnızca durmak, nefes almak, kendi kemikleşmiş alışkanlıklarımıza bakmak ve kalbin ve zihnin uyumunu hissetmek yeterlidir.

